Aylık arşivler: Aralık 2012
"Kusura bakmayın ama biz işi bırakıyoruz."
“Kusura bakmayın ama biz işi bırakıyoruz.”
Yaşlı bir adam emekli olduktan sonra bir lisenin yanında küçük bir ev aldı. Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur
içinde geçirdi ama ders yılı başlayınca huzuru kaçtı.
Okulların açıldığı ilk günden başlayarak öğrenciler, dersten çıkar çıkmaz yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmeliyorlar, anlamsız sesler çıkararak bağırıp, çağırıyorlar, dayanılmaz gürültüler yapıyorlardı. Çocukların gürültülerinin
dinmek tükenmek bilmeyeceğini anlayan yaşlı adam, bu işe bir son verebilmek için kurnazca bir çözüm buldu. Ertesi gün
çocuklar öğrenciler okuldan çıkıp, yine dayanılmaz gürültüler yaparak evinin önünden geçerken yaşlı adam dışarı çıktı,
onlara bir öneride bulundu.
“Siz hepiniz çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz” dedi.
“Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı biçimde gürültüler çıkarmaktan
hoşlanırdım. Siz bana gençliğimi anımsatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün
bir dolar veririm. Kabul mü?.”
Bu öneri çocukların çok hoşuna gitti. Her gün hem eğleniyorlar, hem bol bol gürültü yapıyorlar, hem de bir dolar para kazanıyorlardı.
Bu durum bir hafta bu biçimde sürdükten sonra bir gün yaşlı adam çocukları yine durdurdu ve onlara kısa bir açıklama yaptı:
“Çocuklar, yaşam pahalılığı, enflasyon beni de etkilemeye başladı” dedi. “Bugünden sonra size ancak elli sent verebileceğim.
Beni anlayışla karşılayacağınızı umarım.”
Bu durumdan pek hoşlanmamalarına karşın çocuklar yaşlı adama anlayış gösterdiler ve günlük gürültülerini elli sent karşıladığında yapmayı kabul ettiler. Aradan birkaç gün daha geçtikten sonra yaşlı adam bir gün çocukları yine durdurdu
ve onlara bir durum açıklaması daha yapmak zorunda kaldığını bildirdi:
“Bakın, bizim emekli paralarını gününde ödemiyorlar” dedi.
“Durumum biraz sıkışık… Üzülerek söylüyorum ama yapabileceğim başka bir şey yok… Bundan sonra size ancak
yirmi beş sent verebileceğim… Tamam mı?.. Anlaştık mı?”
Yaşlı adamın bu son önerisi, çocukların hiç de hoşuna gitmedi. “Olanaksız bayım” dedi içlerinden biri. “Günde yirmi beş
sent için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Kusura bakmayın ama biz işi bırakıyoruz.”
Alıntı
Facebook Hesabını Tamamen Silme Nasıl Yapılır
Street Fighter X Mega Man PC’ye Çıktı, Ücretsiz!
Street Fighter X Mega Man PC’ye Çıktı, Ücretsiz!
Bu ücretsiz dövüş oyununu indirmek için: http://www.capcom-unity.com/mega_man
Müzik :: Şebnem Ferah
Şebnem Ferah
Bölümü istemediğini anlayan Şebnem, ikinci sınıfında bıraktığı okulunu İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı’nda devam ettirmeye karar verdi. İstanbul gibi büyük bir şehirde rock müzik yapan Volvox, zamanla eleman değişikliğine uğradı. Grubu bırakan Ebru’nun yerine gelen Buket Doran, bugün hala birlikte sahne aldığı Şebnem ile yakın dost oldu. Ayrıca, modacılarımızdan Arzu Kaprol ve rock müziğin kadın seslerinden Özlem Tekin de Volvox’ta çalan diğer isimler.
Binlerce kopya satan ilk albüm başarısından konserden konsere koşan Şebnem, 1998 senesinde ablası Aycan Ferah’ı kaybetti. Ölümcül hastalığa yakalanan Aycan’ın hastalık döneminin oldukça sancılı geçtiğini söyleyen Şebnem, ikinci albümü “Artık Kısa Cümleler Kuruyorum”u ablasına “Bana müzik aşkını ilk kez hissettiren ve adeta öğreten canım ablam” diyerek ithaf etti.
Türk rock müzisyenlerinden Teoman ile de sıkı dost olan Şebnem, arkadaşının “İki Yabancı” adlı parçasında ona eşlik etti. Dipnot olarak, şarkıda Ferah’ın sesinin kısık olduğunu, ancak Teoman’ın görüşüyle, bu haliyle farklı bir hava kattığını da belirtelim.
Kargo grubu ile “Kalamış Parkı” düeti, Mor ve Ötesi grubu ile “Küçük Sevgilim” düeti, Nilüfer’in çıkardığı düet albümündeki “Erkekler Ağlamaz”, Ogün Sanlısoy ile “Bir Ben” düeti, Müzeyyen Senar ile “Vardar Ovası” ve “Sarı kurdelem Sarı” düetleri, Bulutsuzluk Özlemi konserinde “Sözlerimi Geri Alamam” düetiyle beğeni toplayan Ferah, 2005 senesinde dinleyenlerine göre ‘en sert’, kendisine göre ‘en keskin’ albümü olan “Can Kırıkları”nı piyasaya sürdü. Karin Karakaşlı’nın “Can Kırıkları” adlı kitabından etkilenerek adını verdiği albümünden Ferah, Can Kırıkları ve Çakıl Taşları adlı parçalara klip çekti. Bu albümden Hoşçakal adlı parçaya da klip çeken Şebnem, yapım şirketiyle yaşadığı sorun yüzünden daha yayına girmeden klibi geri çekti.
LeechTurk :: LeechTurk TSF FORUMS : v1.7.2 by xam :: Müzik :: Şebnem Ferah
murmur
Zır Deli / İnfazcı Muco
Kayıt Tarihi: 11-08-2011
Mesajlar :675
Facebook: 2012 Yılına Genel Bakış Gogobaba E. Gökhan Kayan
Bu yılki önemli gelişmelerin, öne çıkan gönderilerin ve popüler haberlerin dahil en önemli 20 anına genel bir bakış.
Amiga: 25 senelik efsane!
Amiga: 25 senelik efsane!
1987, Commodore’un yılıydı: 25 sene geçse de hala unutulmayan bilgisayar Amiga 500, 90’lı yıllarda tüm dünyanın en sevilen oyun cihazı olmuştu.
25 yıl önce, Avrupa’da, özellikle İngiltere ve Almanya’da, Commodore, ucuz Amiga 500 ev bilgisayarıyla bir başarı hikayesi yazdı. 8-bit jenerasyonunun yerine geçen Amiga 500, özellikle de genç müşterilerden aldığı güçle Atari ST ve IBM PC gibi güçlü rakiplerini geride bıraktı ve 90’ların pazarına egemen oldu.
Amiga 500’ün tek eksiği TV bağlantısıydı; Amerikalı kullanıcılar bir adaptör ya da monitör alıp bu sorunun üstesinden gelirken Avrupalı kullanıcıların televizyonlarında hali hazırda bulunan scart bağlantısı ile Amiga 500’ün parlak RGB görüntüsü televizyona yansıyordu. Amiga 500’üne 512KB – 1MB arası ek hafıza koyanlar ise göreceli olarak daha ufak bir para karşılığında rakipsiz ve geleceğe yönelik bir bilgisayara sahip oluyorlardı.
1988’den itibaren Amiga 500’ün yolculuğuna yığınla yüksek kaliteli yazılım da eşlik etti. Hali hazırda pek çok Amerikan firması Commodore’dan dönüp PC’ye yanaşmaya başlamışken, özellikle Psygnosis, British Telecom’un alt firması Rainbird ve geliştirme takımlarından Bitmap Brothers ve Sensible Software gibi İngiliz firmaları sıradışı oyunlara imza attılar. Kısa bir süre sonra Fransız, Alman ve İskandinav programcılar da A500 trenine katıldılar. 80’lerin sonunda Amiga 500 için 1000’den fazla oyun piyasaya sürülmüştü ve bunların pek çoğu da sadece bu platforma özeldi.
Yasal yazılım pazarının yanında bir de hacker’ların yarattığı pazarda popülerleşen korsan oyunlar, gençliği tekno akımına yakınlaştırdı. Amiga yazılımlarının “kırılması (crack)” sayesinde bu yazılımlar çok daha büyük kitlelere ulaştı fakat hala bunun Commodore’un sonunu mu hazırladığı yoksa Amiga’nın başarısında temel sebep mi olduğu tartışılır.
Şurası kesin ki, yazılım kırılma ve bu sayede yazılımların okullarda arkadaşlar arasında takası olmasaydı pazar bu kadar hızlı ve güçlü büyüyemezdi. 80’lerin sonuna doğru Amiga en popüler bilgisayar haline gelmişti; hatta kimi Bayern Münih oyuncuları bile Commodore formalarıyla sahaya çıkıyorlardı. Yani Amiga 500, Commodore’u, tarihin en büyük bilgisayar üreticilerinden biri haline getirmişti.
Ne yazık ki Amiga 500, aslında Commodore’un son parlak fikri oldu. Kompakt bilgisayarların pazara hakim olmasıyla birlikte donanım geliştirmekte geri kaldı Commodore. Belki de elindekini yeterli sanmak gibi bir yanılgıya düştü. Ama sonun başlangıcı çoktan gelmişti bile…
Üst seviye modeller Amiga 2000, A3000 ve A4000, DOS-işletimli PC filosunun karşısında duramadı. Daha sonra düşük fiyata alt seviye modeller piyasaya sürmeyi deneyen Commodore, bu hamlesiyle de geri dönmeyi ek başaramadı.
Birkaç uyumluluk sorunu dışında (yeni işletim sistemi eski oyunların hepsini tanımıyordu) dış görünüş olarak hiç değişmeyen Amiga 500+’nın ardından 1992 senesinde Amiga 600’ü tanıttı Commodore. Amiga 500’ün çevre birimleriye uyumlu olmaması, yüksek fiyatı ve nümerik olmayan klavyesiyle Amiga 600, hayranlarının beklentilerini yarı yolda bıraktı. Üstelik tamamen lehimli yapısı ve bu yapının soketlerde yaşattığı sorun, donanım güncellemesi yapmayı da çok zorhale getirdi. Ayrıca işletim sistemi yine pek çok oyunla uyumlu değildi.
Yine 1992 yılında, Amiga 600’ün çıkışından sadece birkaç ay sonra, Commodore azalan prestijini ve popülaritesini toparlamak için Amiga 1200’ü piyasaya sürdü. Görünüş olarak Amiga 500’e benzeyen fakat yeni AGA-çipsetini kullanan, teknik ve grafik olarak Amiga 600’den çok daha üstün olan Amiga 1200, dahili sabit disk ile yükseltilebiliyordu. Fakat ne yazık ki Commodore’un bu hamlesi çok geç kalmıştı; market Sega ve Nintendo, IBM ve Apple arasında güç yarışmasına dönüşmüştü bile… Böylece Commodore’un çağı da sona ermiş oldu.
Amiga CD32 isimli konsolla CD-ROM piyasasına atılmayı da deneyen Commodore, pazarın yenilmez liderleri Sega ve Sony’den pay kapmaya çalıştı fakat sadece birkaç yüz bin CD32 cihazı satabildi. 29 Nisan 1994 tarihinde ise, şirket resmi olarak kepenklerini indirdi.
Avrupalı oyun geliştiricileri Amiga’nın tecrübesinden yararlandı ve daha sonraları teknik olarak benzer Sega Mega Drive konsolu piyasaya sürüldü. 80’lerin ve 90’ların grafik programlama uzmanları, Amiga’nın programlanması için kullanılan geliştirme araçları ve ara yazılımlar Playstation Co. tarafından devralındı. Peter Molyneux ve Jez San’dan David Perry’e, DMA, Codemasters ve Factor 5’ten Reflections’a kadar 21. yüzyıla damgasını vurmuş sayısız oyun ve üretici, ilk ünlerini Amiga 500’de kazanmışlardı…
Nazlı Masatçı Davası İle İlgili Basın Açıklaması :
Nazlı Masatçı Davası İle İlgili Basın Açıklaması :
01.09.2010 yılından bu yana Tiyatromuzun oyuncusu Nazlı Masatçı, İnan Süver’e destek eyleminde oynadığı “Palto” isimli sokak oyunundan yargılanmaktaydı. Bugün 20. Sulh Ceza Mahkemesi’nde karar davasına çıkan oyuncumuz, eyleme katılan 5 kişi ile birlikte, “Halkı Askerlikten Soğutmak” suçlamasından 6 ay ceza aldı. Hakim “mahkemede gösterdiği iyi niyet” için sanıklara 6′da 1 indirim uygulayarak cezayı 5 aya indirdi. Ve sonra 5 yıl boyunca benzer suçlara karışmamaları kaydıyla cezayı 5 yıl erteledi.
Bizler en basından beri bu davada yargılanan sanat olduğunu söyledik. Bugün orada ceza alan Nazlı Masatçı değil, N.Gogol’dur. Bu davaya karşı belirleyeceğimiz duruş, sanatın gelecekte nasıl bir yerde duracağını gösterecektir. Nazlı Masatçı’ya verilen ceza sadece İzmir Yenikapı Tiyatrosu’na değil, “Rağmen” açılış yapan Şehir Tiyatroları sanatçılarına, Devlet Tiyatrosu’nun kapatılmasına ve şehir tiyatrolarının yönetmeliğinin değiştirilmesine karşı çıkan bütün bir kamuoyuna verilmiş gözdağıdır.
Adalet’in terazisi “uslu” çocuklar olmayı öğretmeye koşullandırılmış olsa da bizler uslu durmayacağız.
N.Gogol’u bu suçta yalnız bırakmayacak ortaklar bulacağız. Mesela W. Shakespeare, A.Çehov, P.Weiss, B.Vian ya da Melih Cevdet Anday, Can Yücel, Yaşar Kemal, Haldun Taner.. Oyunlarımızı her koşulda sahneye ve sokağa “Bir derdimiz var ki” diye çıkaracağız.
Tüm dostlarımız ve dost olamayanlarımız bilsin ki; bir toplumun sanatı yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür.
Dava sürecinde kamuoyuna, “Sanat Yargılanıyor, susacak mısınız?” diye sormuştuk. Yüzlerce insan imzalarıyla, onlarca aydın-yazar-sanatçı yazılarıyla
destek vermişti. Bir kez daha soruyoruz şimdi; N. Gogol 5 ay ceza aldı! Ne yapacaksınız?
Sanatta işlenebilecek hiç bir suç yoktur !
İZMİR YENİKAPI TİYATROSU
İzmir 20. Sulh Ceza Mahkemesi, 6 kişi hakkında TCK’nın “halkı askerlikten soğutmak” eylemini düzenleyen 318. maddesinin ihlal edildiği gerekçesiyle 6 ay hapis cezası verdi. Ceza, “iyi hal indirimi”yle 5 aya indirildi. Mahkeme, hükmün açıklanmasını 5 yıl erteledi.
‘SANATIMIZI YAPMAYA DEVAM EDECEĞİZ’
Duruşma sonrasında Bayraklı Adliyesi’nin önünde açıklama yapan Yenikapı Tiyatrosu yönetmenlerinden Orçun Masatçı, Bugün N. Gogol halkı askerlikten soğutmaktan 5 ay ceza aldı. Endişeye mahal yok 5 yıl boyunca suç(!) işlemezse ertelendi.
A. Çehov’u, W. Shakespeare’i, H. Taner’i, G. Dilmen’i ne zaman yargılayacaklar heyecanla bekliyoruz..
Unuttular ama hatırlatalım;
Bir toplumun türkülerini (sanatini) yapanlar, yasalarinı yapanlar daha güçlüdür.
Masatçı, söz konusu cezanın Türkiye’de “adalet”in nasıl tecelli ettiğini gösteren örneklerden biri olduğunu belirtti.
(etha)
şöyle özetleyeyim şapka konusunu.
“Çok canım sıkılıyor, vakit geçirecek bir şeyler bul bana.” der.
”Ne Şapkası kralım.” Demeye kalmadan, Aslan Tavşanı evire çevire döver.
”Hep aynı soruyu sormak ve aynı bahaneyle dövmek ayıp oluyor. Değişik şeyler bul” der.
Tavşan hemen koşmaya başlar ama bir iki adım sonra durup geri dönerek,
” Filtreli mi Olsun, yoksa filtresiz mi sayın kralım” diye sormaz mı…
Aslan şaşırmıştır. Ne diyeceğini bilemez, hemen bağırmaya başlar ;
Gül yaprağı
Uzakdoğu’da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini
aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli
olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan
açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı
geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.
Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden
kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu.
Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki budist,
kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan
sonra söz’süz konuşmaları başladı. Gelen yabancı,
tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar
suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.
Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir
gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı.
Gül yaprağı suyun üsünde yüzüyordu ve su taşmamıştı.
İçerideki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak
yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir
gül yaprağına her zaman yer vardı.